Şehîd Hızır Ali Muradoğlu Hocaefendi

Şehîd Hızır Ali Muradoğlu Hocaefendi

İslâm davasının şuurlu büyüklerinden biri olarak adını şehâdet mertebesine erişen mü’minler arasına yazdıran Hızır Ali Muradoğlu (Rahmetullâhi Aleyh) Hocamızı Şehadetinin 22. Sene-i Devriyesinde hayır ile yad ediyoruz.

Allah Azze ve Celle’nin dînî Hazreti Âdem (Aleyhisselâm) babamızın çocuklarından itibaren şehîdlerin omuzları üzerinde yükseldi. Hâbil’le dökülen ilk kan, sonraki asırlarda şehîd edilen peygamberlerin ve onların izinden ayrılmayıp dâvâlarına sahip çıkan dostlarının, sıddıkların, ve sâlihlerin kanına karıştı. Rabbimiz (Celle Celâlühû)nun Kim imanından sonra Allâh’ı inkâr ederse (işte onlar çok büyük bir azapla karşılaşacaklardır)! Ancak kalbi imanla iyice yatışmışken, (kâfirler tarafından şirk kelimesini telaffuza) mecbur bırakılan kimse müstesnâ! Fakat kim kâfirliğe gönül açmışsa, işte onlar üzerine Allâh’tan pek büyük bir gazap vardır. (Âhirette gerçekleşecek) çok büyük bir azap da yine onlar içindir. kavliyle methettiği İslâm’ın ilk şehîdlerinin ardından şehâdet mertebesine erişenleri, Âlem-i İslâm’ın her bir köşesinde şehâdet şerbetini içen mü’min kardeşlerimiz takip ettiler. Adâletle, zulmün dünyadaki savaşı hiçbir zaman son bulmadı. Bu mücadele günümüzde de hız kesmeksizin sürmekte, mü’min kardeşlerimiz sâir sebeplerle şehâdete nâil olup Mevlâ Te‘âlâ tarafından rızıklandırılacakları kudsî makamlarına ref edilmektedirler.

Doğumu ve Hızır İsminin Verilmesi

İslâm dâvâsının şuûrlu büyüklerinden biri olarak şehâdet mertebesine erişen mü’minler arasına adını yazdıran Hızır Ali Muradoğlu hoca efendi (Rahmetullâhi Aleyh) 1942 senesinde Rize’de doğdu. Babası, balıkçılıkla uğraşan Yakub Efendi (v. 1972), annesi ise Hamdiye hanım efendidir (v.1999).

Şehîd Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) hocamıza ‘Hızır’ ismi, ailenin karşılaştığı ilginç bir olay üzerine verilmiştir. Anlatıldığına göre; Şehîd Hızır hocamızın doğduğu sene bölge halkı ciddî şekilde yokluk çekmektedir. Ramazân-ı Şerîf ayının yakın olması, geçim sıkıntısı çekmekte olan Yakub Efendiyi tedirgin eder. Ramazân-ı Şerîf ayının ilk gecesi, hiç hesapta olmayan bir şekilde bölgenin hayırseverlerinden biri kendilerine uzun bir müddet yetecek kadar erzak yardımında bulunur. Bu hâdisenin gerçekleşmesinin üzerinden birkaç gün geçtikten sonra dünyaya gelen bebeğe aile, bu yardım vesilesiyle ‘Hızır’ ismini verirler.

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in hassasiyetleri küçük yaşlarında arkadaşları arasında fark edilir. Akranları arasında edebi ve hayâsıyla temâyüz eder ve kendisine ‘molla’ diye hitap etmeye başlarlar. Onun bu hassasiyetlerinde hiç şüphesiz ailesinin de büyük bir payı vardır. Balıkçılıkla uğraşan ve çevrede mertliği ve cömertliğiyle tanınan babası, namazlarını aksatmayan ve çocuklarını yaz aylarında Kur’ân öğrenmeleri için kursa gönderen biridir. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) kursa başladığı ilk günlerden itibaren mahalledeki cami imamının dikkatini çeker ve İmam Efendi kendisiyle yakından ilgilenir.

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in tefekkür ufku çocuk yaşlarda dahi son derece yüksekti. Annesinin kendisini yıkamak için hazırladığı suya dokunduğunda: “Anneciğim cehennem de böyle sıcak mı olacak?” şeklindeki suali, onun gelecekteki fikrî derinliğine de bir işaretti.

Okul Hayatı ve Yetişmesi

Tertip ve düzen konusundaki hassasiyeti kendisini, okul hayatında da başarıya götürdü. İlkokul, Ortaokul ve Lise eğitimini Rize’de başarıyla tamamladıktan sonra Tıp Fakültesinden mezun bir doktor olabilmesi için ailesi tarafından İstanbul’a gönderildi. O dönem fakültelerin merkezi sınav sistemiyle değil de, kendi sınavlarıyla öğrenci kaydettikleri dönemdi ve Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) bindiği otobüsün arızalanması sebebiyle Tıp Fakültesinin imtihanına katılamadığından Edebiyat Fakültesine yönelip ve bu fakültenin Arapça-Farsça bölümüne kaydoldu.

Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizle Tanışıp Tekkeye Yönelmesi

Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) Küçükmustafapaşa’da ikamet etmekte ve namazlarını Gül Camii’nde kılmaktadır. O dönem Gül Camii’nde ‘İmâm-ı Âzam’ unvanıyla bilinen Nuri Erkan hoca efendi imamlık yapmaktadır. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) bir gün Nuri Erkan hoca efendiye kendisinden Arapça öğrenmek istediğini söyleyince Nuri Erkan hoca efendi bu teklifi, onun da kendisine okul derslerinde yardımcı olması şartıyla kabul eder. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in müstakbel şeyhi ve kayınpederi Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizle tanışması da merhûm Nuri Erkan hoca efendi vasıtasıyla gerçekleşir. Halk arasında meşhur olan: “Sabah namazını kırk gün Fatih Camii’nde kılan Hazreti Hızır (Aleyhisselâm)ı görür” sözündeki müjdeye bağlı olarak kırk sabah Fatih Camii cemaatine devam eden Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in omzuna kırkıncı sabah birisi dokunur ve: “Aradığın Hızır, İsmailağa Camii’ndedir” dedikten sonra uzaklaşarak kaybolur. Bu hâdisenin ardından Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) artık varması gereken adresten emin olur ve Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimize intisâb eder.

Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimize Damat Olma Şerefi

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin rahle-i tedrîsinde İslâmî ilimler eğitimine devam ederken ilim yolunda ilerlediği gibi seyr-i sülûk yolunda da kısa sürede çok mesafe kat eder. Tarîkat-ı Aliyye’de ilerleyiş, zamanla doğru orantılı değil, edeb ve erkâna riâyet, samimiyet ve en mühimi de teslimiyete göredir. Dolayısıyla bir sâlik, dînî mükellefiyetlerini yerine getirip sünnet-i seniyyeye sıkıca bağlanarak tarîkat edeb ve erkânına riayet ettiği oranda çok mesafe kat eder. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) de bunda muvaffak olanlardandır.

Üniversite yıllarında, kınayanların kınamasına aldırmaksızın İslâm kisvesine büründü ve fakültede mescid bulunmamasına ve birtakım tepkilere rağmen namazlarını edâ etmekten geri durmadı. Kendisini tekkeye verdi. Vaktini tekkede ilim, ibâdet ve amelle geçirdi.

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) İsmailağa Camii’nde ders mütalaasında bulunduğu bir sırada Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz gelerek kendisine: “Hızır hoca, kızımı sana veriyorum” diyerek ayrılır. Bu büyük nimet karşısında Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) secdeye kapanır ve sevinç gözyaşları döker. Bu hâdiseyi sonraki yıllarda da hatırladıkça gözlerinin dolduğu anlatılır. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) 1968 senesinde 26 yaşındayken Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin merhûme kerîmesi Fatma hanımla nikâhlanır ve bu evlilikten Ali Haydar ve Âişe isminde iki evlat dünyaya gelir.

Çukurbostan Camii İmamlığı ve Sohbet Vekilliği

Tedris faaliyetleri ve Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin talimatları doğrultusunda tarîkat hizmetlerini de sürdürmekte olan Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), 1991 senesinde Çukurbostan Camii’nde imamlık vazifesine başladı. Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin bulunmadığı zamanlarda ya da sâir sebeplerle sohbetlerini gerçekleştiremediği günlerde ona vekâletle sohbetleri sürdürdü.

Sohbet Tarzı ve Üslûbu

Malumunuz olduğu üzere ilim sahibi olmanın yanı sıra sohbet kabiliyetini haiz olmak üstün bir meziyettir. Bilhassa yüksek seviyedeki ilmî mesâili, âvamın anlayabileceği seviyeye indirgeyerek anlatabilmek, bu alanda maharet isteyen bir iştir. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) bu konuda da pek mâhir idi. Ayrıca güler yüzlü, nüktedân tavrı ve tesirli üslubuyla cemaat tarafından da çok sevilirdi. Cemaatinin sayısı imamlık vazifesine ilk başladığı günlerden sonra hızlı bir artış gösterdi ve bunun üzerine cami genişletildi. Huşûya yardımcı olması açısından cami içine bir havuz yaptırıldı ve bahçesini de Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) elleriyle güller ve çiçeklerle donattı; bu çiçeklerin bakımıyla da itinayla bizzat ilgilendi.

Hanımına Karşı Vefâsı

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) merhûme zevcesini şeyhinin bir emaneti olarak gördü; uzun süren bir rahatsızlığa maruz kaldığı dönemde onunla yakından ilgilendi. Bu vefakâr tavrı bizlere, Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh)ı hatırlatan bir tavırdır.

Edeb timsali Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh) da Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in kerîmesi Rukiyye vâlidemiz (Radıyallâhu Anhâ) ile nikâhlanmış ve birlikte Habeşistan’a hicret etmişler fakat bir süre sonra amansız bir hastalık Rukiyye vâlidemizi (Radıyallâhu Anhâ) kuşatmıştı. Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh) hanımına sağlığında olduğu gibi hastalığında da üstün ve aynı durumu yaşayacak kimseler için örnek bir muamelede bulundu.

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) hanımının hastalığı sebebiyle ailesinin ve çocuklarının sorumluluğunu tamamen üstlenmiş olmaktan hiç şikâyet etmedi. Bu vaziyetin bir imtihan olduğunun bilincindeydi. Hasta hanımının hizmetine giderken nereye gittiğini soranlara: “Efendimin parçasının yanına gidiyorum” diyen nezâket sahibi biriydi.

Emr-i bi’l-Ma‘rûf Seferleri ve Kul Hakkına  Riâyet Konusundaki Hassasiyeti

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) ulemânın tıpkı ilim gibi Peygamberler (Salavâtullâhi alâ Nebiyyinâ ve aleyhim ecmâ‘în)den tevârüs ettiği tebliğ, emr-i bi’l-ma‘rûf mesleğinde de özverili bir kimse idi. Bu amaçla Avrupa’nın da birçok ülkesine ziyâretlerde bulunmuş olan Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh), şahsına kullandığı eşyaların ve faydalandığı hizmetlerin ücretini talep edilmemesine rağmen fazlasıyla öderdi. Misafir olarak konakladığı evin ücretini: “Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin kerîmesinin hediyesi” yazısıyla takdîm ederdi. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in bu hassasiyetini gösteren sayısız menkıbe anlatılır.

Şehâdetiyle Neticelenen Samimî Şehâdet Arzusu

Şehâdet mertebesi Kur’ân-ı Kerîm’e îmân eden mü’minlerin arzu ettiği bir mertebedir. “(Habîbim!) Sakın ha sen Allâh yolunda öldürülmüş olan kimseleri ölüler sanmayasın! Bilakis dirilerdir; Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar.“ âyet-i kerîmesi bu arzunun temelini teşkil eder. Bu arzu alelâde bir arzu değil; “Andolsun ki; gerçekten siz ölmeyi, daha ona kavuşmanızdan önce kesinlikle arzulamıştınız. Şimdi ise hakikaten onu gördünüz ve hâl-i hazırda siz bakmaktasınız(, peki bu durumda niye geri döndünüz, şehitlik isteğinizde sâdıksanız, peygamberinizle birlikte niye sebat etmediniz?) âyet-i kerîmesinde vurgulandığı gibi, sadece dilde kalmayıp kalp-zihin bütünlüğünde içselleştirilirek samimiyetle istenmesi gereken bir mertebedir. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh) şehâdeti hakîkî duygularla talep eden, gönülden isteyen biri idi. Bu noktadaki samimiyetini, hayatının, İsmailağa Camii’nde bulunduğu bir sırada yanına yaklaşarak kendisine defalarca ateş ederek geçici dünya hayatının yanı sıra ebedî âhiretini de berbat eden bir bedbahtın elinden şehâdetle neticelenmiş olmasıyla çok daha iyi anlıyoruz.

Hanımına olan vefâsı, Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh)a benzeyen Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in şehâdeti de, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in diğer damadı büyük sahâbî Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)ın şehâdet hâdsesiyle benzeşir. Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in bu şekilde gelişen hayatı, o büyüklerin izini takip ettiğinin de ispatıdır.

Hızır Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in ve sonraki yıllarda gerçekleşen Bayram Ali Öztürk hoca efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in şehâdetleri, kendilerinin arzu ettiği bir âkıbetti. Bizleri derinden yaralayan asıl konu ise, bu elîm hâdiselerin hâlâ aydınlatılamamış ve arkasındaki asıl güçlerin ortaya çıkarılamamış olmasıdır. Mevlâ Te‘âlâ şehâdetlerini kabûl ve makbûl eylesin. Âmîn.

Etiketler

#şehit
×
KIYAMDER Whatsapp iletişim hattı.

Bizi takip edin

Mail listemize kaydolarak gelişmelerden haberdar olun.